Maya Angelou’nun “İçinizde anlatılamamış bir hikâye taşımaktan daha büyük bir ızdırap yoktur,” diye bir sözü var. İçinde yazma dürtüsü olan birçok insan gibi benim için de aynı durum geçerli. Sanıyorum öncelikle akıl sağlığımı korumak için okuyor, yazıyorum. Aklımdan geçenleri, sakladığım sırları, hayal ettiklerimi bir megafon alıp şehir meydanında söylesem, muhtemelen fiyakalı bir gömlek giydirip götürürler, değil mi? Oysa tüm bunları anlamlı cümleler haline getirip yazdığımda övgü alıyorum çoğu zaman. İşte tüm bu yükten kurtulmanın, arınmanın bildiğim en nahif hali yazmak.
Dergilerde, kitaplarda, sosyal medyada hayata dair bildiğim ne varsa yazıyorum. Hoş, bu her zaman bu kadar kolay olmuyor elbette. Duyguları yalın, içten bir şekilde yazıya dökmek sancılı bir süreç. Bu tıpkı kalbini tüm çıplaklığıyla birinin avuçlarına vermeye benziyor. Fakat önünde sonunda kelimeler, cümleler eviriliyor çevriliyor, olgunlaşıyor ve şimdi okuduğunuz gibi bir yazıya dönüşüyor.
Son yıllarda bildiklerimi de yazmak konusunda kendini geliştirmek isteyenlerle paylaşıyorum. Küçük, butik bir akademimiz var, orada tüm bu sancılı süreçleri konuşuyor, tartışıyor, yazma eyleminin inceliklerini öğreniyoruz.
Siz de aramıza, daha doğrusu “ailemize” katılmak isterseniz @oyleolsundergi ve @oyleolsunakademi sayfalarından bize ulaşabilirsiniz.
“Aslında hepimizin içinde bu iyi çalışan zaman makinesinden var. Bazen çalıştırıyoruz ve kendimizi iyi hissettiğimiz bir zamana gidiyoruz. Ya da çoğumuzun yaptığı gibi sadece içimizdeki zehri akıtmak istediğimizde o uğursuz zamanlara dönüp geliyoruz. Sizi bilmem ama ben geçmişte yaşayan biriyim ve bu makine benim en değerli parçam.”
Her şeyin bir masal gibi başladığı o çocukluk günlerinizi hatırlıyor musunuz? Ya sonrasında gelen hayatın ilk zorluklarını? Peki, bu sorunların ne kadarına hazırlıklıydınız? Ya da ne kadarına hazırlıksız yakalandınız?
Bir Zamanlar Ben, çocukluğunuza ve gençliğinize dair anılarınızı yeniden canlandıracak, bir solukta okuyacağınız, duygu yüklü bir hikayedir.
-Arka kapak yazısından alınmıştır.-
“Sıradan hayatımın değişmek üzere olduğunun farkında değildim ama o yılın en kötü olayının migrenim olmayacağına dair içimde tuhaf bir his vardı. Zaten kim hayatını değiştirecek bir anın yaklaştığını önceden kestirebilir ki? Bu sadece bir his, hatta bir yumru. Hani bazen insanın boğazına bir yumru oturur ve her yutkunmada varlığını hissettirir ya, tıpkı onun gibi bir his...”
Vahşice öldürülen bir anne ve kızı.
Kayıp bir çocuk.
Bir gazeteci.
Cinayet, bu sıra dışı hikâyenin sadece başlangıcı...
-Arka kapak yazısından alınmıştır.-
1977 yazında doğdum. Gerçek bir mahalle ortamında büyümenin avantajıyla olsa gerek mutlu, daha doğrusu olması gerektiği gibi meraklı, eğlenceli ve “aptallıklarla” dolu bir çocukluk yaşadım. Bahçemizde türlü türlü çiçekler, bitkiler, ağaçlar vardı fakat en önemlisi dönem dönem neredeyse her türden kümes hayvanımız oluyordu. Kazlar, ördekler, hindiler, tavuklar, horozlar… Onlarla birlikte büyüdüm. Belki de bu yüzden doğayı, çiçeği, böceği sever sayarım. Onlar da beni sever sayar sağ olsunlar. Kuşlardan sürüngenlere kadar tür ayırt etmeksizin her çeşit canlıyla arkadaşlık yaparım. Ve açıkçası çoğu zaman onlarla insanlardan daha iyi anlaşırım.
Sesim berbat fakat iyi bir müzik dinleyicisiyim. Çalışırken, dinlenirken, gezerken, yatarken günümün çoğunda müzik vardır. Geniş bir yelpazede müzik zevkim var diyebilirim. İsim vermek doğru olmaz belki ama hani Emel Sayın’dan Yalancı Yârim’i dinlerken birden Tony Bennett’dan If I Ruled the World’e geçiveririm. Rüzgâr nereden eserse kısacası. Tek ortak noktaları eski şarkılar olmaları.
Dokuz Eylül Üniversitesi’nde Elektrik Elektronik Mühendisliği eğitimi aldım. 22 yıl İstanbul’da yaşasam da belki Ege'li olmam belki de gençliğin etkisiyle İzmir’i ayrı severim. Uzun yıllardır reklam sektöründe çalışıyorum. Yazma yolculuğum ise 90’lı yılların sonuna kadar dayanıyor. O zamandan bu yana çeşitli mecralarda makaleler, incelemeler, denemeler, öyküler yazıyorum. Elimden geldiği sürece de yazmaya devam edeceğim.